“Uluslar arası Çalışma Örgütü ( ILO)’ ne göre bir kişinin “işsiz” olarak nitelendirilebilmesi için belirli bir gün ya da hafta zarfında, belirli bir yaş kümesinin üzerinde bulunan aşağıdaki kategorilere giren kişiler işsiz kabul edilirler:
- İş akdi sona erdiğinden, ya da geçici olarak tatil edildiğinden dolayı istihdama elverişli konuma giren, herhangi bir işe sahip olmayan ve ücretli bir iş arayanlar,
- Daha önce hiçbir zaman istihdam edilmemiş olan ya da önceki statü durumu itibariyle bağımlı olmayan veya emekli edilmiş ancak belirli bir dönem için çalışmaya elverişli olan kişiler,
- Belirli bir döneme nazaran gelecek bir tarihte yeni bir işe başlama konusunda anlaşma yapmış olup da, halen bir işe sahip olamayan ve çalışmaya elverişli olan kişiler,
- Geçici ve belirsiz bir süreyle ve kendilerine herhangi bir ödeme yapılmadan tensikata tabi olan kişilerdir.”
İstihdam ile ilgili politikalarda bu durum dikkate alındığında gençlerin eğitimleriyle birlikte iş bulabilmelerine ilişkin iki temel konu karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan birincisi: öğrenciler mezun olduklarında sahip oldukları diplomanın niteliğiyle işgücü piyasasının ihtiyaçlarının uyuşmadığı. İkincisi: eğitimden istihdama geçişte adaylara rehberlik, iş bulma ve eşleştirme gibi konularda destek verecek profesyonel kurumlara olan ihtiyaçtır. Avrupa başta olmak üzere gelişmiş ülkelerde eğitim oranı arttıkça işsizlik seviyesi düşmekte iken bizde tersi bir durum söz konusudur!
Günümüzde insanların en büyük kâbusu işsizlik! Özellikle küresel yavaşlama ile (beklide bir kısmının da bahanesiyle! ) reel sektör önemli bir istihdam açığı yaratmıştır. Özel sektörün darboğazdan geçişi, nitelikli ya da niteliksiz birçok insanımızı işsiz konuma getirmiş, bir de bunun üzerine üniversitelerin son sınıflarından mezun olan on binlerce genç nüfusu da bu kervana dâhil etmiştir. Sanırım artık gençler üniversitelerin bazı bölümlerini özellikle iş bulamayacakları ihtimalini de düşünerek tercih etme konusunda ince eleyip sık düşünecekler velilerde bu konuda bir hayli baskıcı davranacaklardır. Nihayetinde eğitimin temel amacı; her alanda ülkeye hizmet edecek donanımlı insan gücünü yetiştirmektir. Fakat bu yetişen insan gücünün de bunca emek ve harcamanın sonunda eğitim döneminde almış olduğu bilgi, beceri ve donanımı başta ülke ekonomisi olmak üzere gelişimi için gerekli her sahaya aktarabilmelidir. Aksi takdirde birçok Avrupa devletinin nüfusundan çok fazla olan okuyan sayısının ülkemizin yararına değil bir süre sonra tam anlamıyla zararına olacağını, hatta olduğunu söyleyebiliriz. Gençlere belirli bir eğitimin sonunda sahip oldukları kazanımları ile enerjilerini bir yere kanalize edebilecek iş sahalarını ve imkânlarını mutlaka sunabilmeliyiz. Elbette ki üniversitelerin “iş bulma” gibi bir görevi bulunmamaktadır. Fakat üniversite sanayi işbirliğinin gerçek manada sağlanarak özellikle üretim ve hizmet sektörleri için gerekli ihtiyaç ve talepler doğrultusunda eğitim planlaması yapılabilir. Sanırım bu işbirliği gerçek manada sağlandığı takdirde özellikle ara işgücü temini konusunda daha gerçekçi adımlar atılacaktır. Sektör aradığı elemanı temin edebilme konusunda biçimsel eğitim yollarını daha süreç devam ederken kullanarak kaynak planlaması yapabilir. Böylelikle eğitim kurumları da mezunlarının ( çıktı ) bir an önce işe yerleşmesiyle, başarılarını tescil etmiş olacaklardır. Bir eğitim kurumunun başarısı sanırım mezunlarından ne kadarının kurumsal bir firmada, dolgun ücretli ve saygın bir konumda iş bulabildiği ve ne kadarının üretim sürecine katılarak katma değer üretebildiği ile ölçülebilir. Düşünün bir kez; çok iyi bir üniversite ya da bölüm fakat mezunlarının yüzde onu ya da on beşi iş bulabilmiş yüzde doksanı işsiz! Gözü de kulağı da tırmalıyor bence. Bu durumda eğitim kurumları bence misyonlarını yeniden gözden geçirmeliler! Tekrar ifade etmek isterim ki; elbette ki üniversitelerin iş bulmak gibi bir görevi yoktur. Ancak; ülkenin her alandaki muhtemel gelişimlerine ya da geliştirilecek alanlarına paralel üniversite, bölüm, program ve öğrenci planlaması yapılarak eldekilerin sanayinin ve sektörel kurumların beklentilerine cevap verecek donanımla hazır hale getirilmesi gerekir.
Kariyer, iş hayatında olsun ya da olmasın her insanın ilgisi dâhilinde olması gereken bir kavramdır. Zaman, her an aleyhimize işleyen bir mefhum aslında. O ilerledikçe hiçbir şey eskisi gibi kalmayacak ve şayet geleceğe dair bir hedefimiz var ve buna ulaşmak için bir çabamız olacaksa sorun yok. Ancak; çabamız yok, hedefimizde yoksa işte o zaman tüm sorunların başladığı yerdeyiz demektir. Böyle bir durumdaki kişinin yapacağı en kolay iş: başta devletini, hükümetini, ailesini ya da kendilerini eğitenleri suçlamak olacaktır. Bu süreçteki asıl acı olan ise, suçlama sürecinin artık çaresizlik içine düşüldüğü dönemlerde yani sorumluluk ve inisiyatif alması gereken bir dönemde başlayacak olmasıdır. Böyle bir dönemde psikolojik bunalımın eşiğindeki ya da içindeki bir insanın artık ne kariyerinden bahsedilebilir ne de ülke ekonomisine katkısından. Tam aksine bu durumdaki bir kişi bir de “genç” ise kendi kendisine bu durumun üstesinden gelmesi beklenemez. İnsanın ekonomik varlığının temeli çalışma hayatıdır. Diğer bir deyişle en temelinde geçinebilmemizin yegâne yolu çalışmaktır. Çalışmak, hem bireysel açıdan hem de ülke ekonomisi açıdan yaşamın devam edebilmesi için tek gelir elde etme unsurudur. Dünya kadar petrolünüz ve yer altı zenginlikleriniz bile olsa çok çalışarak bu rezervlerin kullanımı konusunda yeter olmalısınız. Aksi durumda bu rezervler bile gün gelir sonunuz olabilir!
İşte, eğitim kurumları böylesi olumsuz durumların yaşanmaması ve ülkenin kalkınabilmesi için, milyonlarca eğitim gören gencini sağlıklı bir şekilde topluma kazandırılabilmesi için kariyer planlamasına yardımcı olmalı, önlerine ulaşılabilir hedefler koyarak ülke genelinde bir bütünlük içinde onları geleceğe hazırlamalıdır. Bu konudaki en önemli desteği de sanayiden alabilmelidir.
Bu açıdan bakıldığında evet kanaatimce işsizliğinde, krizi yavaşlatmanın da çözümü perakendede yatmaktadır. Sektör olarak bakıldığında herhalde bir tanım yapmama gerek kalmaksızın perakende sektörü denilinde yalnızca tekstil ve gıdadan ibaret olmayan dev bir Pazarı hepimiz tasavvur edebiliyoruzdur. İşte bu pazarın harekete geçebilmesi için, mevcut borçlar konusunda bir yapılandırma ve ödeme kolaylıkları içeren geniş kapsamlı bir pakete ihtiyaç olduğu açıktır. Her şeye rağmen perakende büyümeye devam ediyor. Desteklenmesi gerekli bu sektörde istihdama katkısını kayıtlı ve kurallı bir şekilde sürdürmeye devam edecektir. Tek şart Perakendenin bir Meslek olduğu konusundaki nitelik arayışlarını devam ettirmesi ve gençler için gerçek bir kariyer fırsatları sunabildiğine inanmasıdır.
Perakende sektörü üniversitelerin ilgili bölümleri ve programlarından mezun olan öğrenciler açısından tüm yararları elde edebileceği ve kısa sürede başarı yoluyla elde edebileceği statülerle çok cazip imkânlara sahiptir. Ancak sektörün genel problemleri içerisindeki çalışma saatleri ve ücret politikaları konusu maalesef bu açıdan bakıldığında sektörün nitelikli işgücü problemini de beraberinde getirmekte. Bu durumda, kanaatimce önemli bir uyarıda sektör temsilcilerine yapılması gerekmektedir. Nasıl ki bireyler kendi kariyer planlamalarını yaparak iş hayatında arzuladıklara yerlere ulaşmak, başarılı olmak sosyal ve psikolojik açıdan tatmin olarak iyi yerlere gelmek istiyorlarsa; bir o kadar da işletme sahipleri de kendi kaynak planlamaları ve politikalarını da bu doğrultuda hazırlamaları gerekmektedir. Kurumsal başarı yalnızca teknolojik değişikliklerle ve bir takım yapısal ve süreçlerle ilgili değişikliklerle değil; en önemli kaynağın “İnsan” olduğu gerçeğinden hareketle gerçekleşebileceğinin anlaşılması gerekir. Unutmayın kaliteli firma/marka arka planında mutlaka “kaliteli insan” demektir!
“Kendi Gelecekleriyle İlgili Planları Olmayanlar, Başkalarının Planlarına Dahil Olurlar! ”